9 Eylül 1984 tarihi,
Türkiye’nin ender
yetiştirdiği
komünist
sanatçılardan birisi
olan Yılmaz Güney’in
aramızdan ayrıldığı
tarihtir. Yaşamını
devrim ve sosyalizm
davasına adayan,
“Halkın sanatçısı,
halkın savaşçısıdır”
şiarı temelinde
yaptığı devrimci
sanatla Türkiye
halklarının gönlünde
taht kuran Yılmaz
Güney’in ölümünün
üzerinden yirmi dört
geçti.
Kimi insanlar
vardır, bedenen
aramızdan ayrılsalar
da geride bıraktığı
eserleriyle
yaşarlar…
Bizimledirler; o
büyük davanın
gerçekleşmesi
mücadelesindedirler.
Bu insanlar, bu
yanlarıyla yaşayan
birçok “ölüden” daha
canlıdırlar…
Saygıyla anılır
adları… Yılmaz Güney
işte öldükten sonra
yaşayan bu
insanlardan
birisidir.
Bu insanları anmanın
en iyi ve en doğru
yolu onların
savunduğu siyasi
görüşleri sahiplenip
savunmakla,
eserlerini yaşatmak
ve
yaygınlaştırmakla;
mücadelelerini
sürdürmekle olur.
Bizim Yılmaz Güney’e
yaklaşımımız da, onu
anmamızın temelinde
de bu düşünce
vardır.
Ölümünün 24.
yıldönümünde Yılmaz
Güney’i anmak demek
onun siyasi
düşüncelerini, bu
siyasi düşünceleri
doğrultusunda
yürüttüğü sanatsal
çalışmasında ortaya
çıkardığı ürünleri
sahiplenmek
demektir.
Onu anmak demek,
hakim sınıfların her
türlü engeline
rağmen yapıtlarını,
düşüncelerini
kitleler arasında
yaygınlaştırmak,
özellikle gençlerin
onu tanımalarını,
sahiplenmelerini
sağlamak demektir.
Onu anmak demek, onu
tek yanlı olarak,
sadece “iyi bir
sinemacı” olarak
görüp göstermek
isteyenlere karşı
mücadele etmek, onun
sanatına yön veren
şeyin siyasi
görüşleri olduğunu
propaganda etmek
demektir.
Onu anmak demek, onu
kendi dar
siyasi-grupçu
çıkarları için
savunmak peşinde
olanlara, gerçekte
ondaki özü
kavramaksızın onun
isminden
yararlanmaya
çalışanlara karşı
mücadele etmek
demektir.
Onu anmak demek,
onun hangi ulusa ait
olduğunu onu
sahiplenmenin-savunmanın
merkezine koyanlara
karşı mücadele etmek
demektir; Yılmaz
Güney’in
enternasyonalist
yaklaşımının
savunucusu olmak
demektir, onun
çeşitli ulus ve
milliyetlerden
işçilerin-emekçilerin
mücadelesinin
savunucusu olduğunu
söylemek, buna uygun
pratiğini sürdürmek
demektir.
Onu anmak demek,
onun sanatını
kitlelere
ulaştırmak, onun
açtığı yoldan
ilerlemek demektir.
Sanatı devrim
mücadelesinde bir
silah olarak
kullanmak demektir.
••••
Yılmaz
Güney savunduğu
esasta komünist
düşünceler temelinde
davranan, bu
komünist düşüncelere
uygun olarak bir
sanatsal çalışma
yürüten Türkiye’nin
yetiştirdiği ender
komünist
sanatçılardan
birisidir.
Ancak o, daha çok
sinemacı kişiliğiyle
tanınıyor,
tanıtılıyor.
Burjuvazi de
özellikle buna vurgu
yapıyor, çünkü onlar
Yılmaz Güney’in
sinemasının
dayandığı temelleri
biliyor, bu
temellerin kitleler
tarafından
kavranmasını
istemiyorlar.
Diğer yandan
milyonlarca işçi ve
emekçi de onu
sinemacı yönüyle
tanıyor, onun
yapıtlarında kendini
buluyor, seviyor,
sahipleniyor.
Evet, Yılmaz Güney
büyük bir sinemacı…
Ama bu kadar değil…
Yılmaz Güney, aynı
zamanda sanatına yön
veren devrimci,
komünist bir dünya
görüşüne sahip
siyasi bir
kişiliktir. O;
sorunlara doğru
yaklaşımın en temel
halkasını yakalayan,
sorunların çözümüne
Marksizm-Leninizm
bilimi çerçevesinde
yaklaşan birisidir.
O, gelişmelere
proleter sınıf bakış
açısıyla yaklaşır,
onları bilimsel
sosyalizmin
süzgecinden
geçirerek
değerlendirir,
çözümler sunar. Onun
sanatsal
yaratıcılığının da
temelinde bu yan
vardır.
Yılmaz Güney, bir
sanatçının
değerlendirilmesinde
de temel kıstas
olarak bu yana vurgu
yapar. O; “genel
anlamıyla sanatçının
niteliğini
belirlerken,
toplumsal
pratiğinin, yani
siyasal ve kültürel
çalışmalarının,
toplumsal tutum ve
ilişkilerinin ve
eserlerinin hangi
sınıfların
hizmetinde olduğuna
bakmalıyız” derken
tam da bunu ifade
ediyordu. O, çok
doğru bir şekilde
sanatta tarafsız
kalınamayacağını
vurguluyor,
burjuvaziyle
proletarya
arasındaki
mücadelede
sanatın-sanatçının
muğlak tavır
takınamayacağını,
hangi tarafta
olmasına karar
vermesi gerektiğini
söylüyordu.
Yılmaz Güney’in
kültür ve sanat
anlayışının
temelinde diyalektik
materyalizm vardır.
O, toplumun sürekli
bir değişim ve
dönüşüm içinde
bulunduğunu,
sınıflararası
mücadelenin bu
değişimde
belirleyici bir rolü
olduğunu savunur.
Yılmaz Güney, kültür
ve sanatın toplumdan
doğduğunu ve toplumu
değiştirmenin bir
aracı olduğunu
ortaya koyar. O, bu
noktada da sorunu
diyalektik bir
temelde ele alır ve
“Değiştirmek için
bilinçli mücadelenin
gerekli olduğu”
doğru düşüncesini
savunur. O, “sanatın
bir çeşit
yabancılaşma eylemi”
olduğunu, sanatın
“kökünü hayattan,
gücünü ve
etkinliğini ise
hayata hesap
sormaktan, meydan
okumaktan aldığını”
söyler. Yılmaz
Güney, toplumun
geçmişinde varolan
kültür ve sanat
birikiminde ileri
olan yanlara sahip
çıkmakta, geri olan
yanlara karşı
mücadele yürütür.
Yılmaz Güney kültür
ve sanatta tezli ve
taraflıdır. Ama O,
sanatında
slogancılığa
karşıdır, sanatı
kuru bir
ajitasyon-propaganda
aracı olarak, “bir
slogan bileşimi”
olarak görmez.
Yılmaz Güney’in
sanat anlayışının
temelinde
enternasyonalizmden
yanadır; özde ve
biçimde devrimcidir.
O, bu konumuyla
proleter kültür ve
sanatın savunucusu
durumundadır. O,
devrimci sanatın
kendine özgü bir
dili ve karakteri
olduğunun
bilincindedir, buna
uygun davranır.
Yılmaz Güney,
kapitalist toplumda
sanatın ve
sanatçının konumunu
doğru bir şekilde
gözler önüne serer,
sosyalizmin kültür
ve sanat alanında
gelişmenin toplumsal
temellerini
hazırladığını doğru
olarak tespit eder
ve savunur.
Yılmaz Güney,
sanatçının siyasal
kişiliğinden
soyutlanamayacağını
savunur. “Sanatsal
çabalar, çalışmalar
sınıf mücadelesinden
ve bunun bir
ifadesinden siyasal
mücadeleden kopuk
ele alınamaz. Ben
bir kavga adamıyım,
sinemam da bir
kavganın, halkımın
kurtuluş savaşının
sinemasıdır. Bugüne
kadar, gücümün ve
bilincimin elverdiği
oranda kavganın
içinde yer aldım. Bu
nedenle, sanatçı
kişiliğimin yanında
siyasi bir kişiliğim
de var ve bunlar
birbirinden ayrı
değildir” derken hem
sanatla siyasal
mücadedele
arasındaki bağıntıyı
kuruyor, hem de bu
bağlamda kendi
konumunu ortaya
koyuyordu.
••••
Komünist sanatçı
Yılmaz Güney ana
hatlarını ortaya
koyduğumuz bu doğru
görüşleri savunduğu,
bu görüşlerini kendi
sanatsal
yaratıcılığının
temeli yaptığı, buna
uygun davrandığı
için hakim
sınıfların
engelleriyle
karşılaştı. 47
yıllık yaşantısının
11 yılı
hapishanelerde
geçti, birçok kez
tutuklandı, hakkında
koğuşturmalar
yürütüldü. Ancak O,
komünist
görüşlerinden, bu
temelde yarattığı
sinemasından ödün
vermedi. Bu tavrıyla
“halkın sanatçısı,
halkın savaşçısı”
olduğunu defalarca
kanıtladı.
Evet, komünist
sanatçı Yılmaz
Güney’i ölümünün 24.
yıldönümünde ana
hatlarını ortaya
koyduğumuz bu doğru
görüşlerinin
varlığına ne kadar
vurgu yapılsa azdır.
Çünkü içinden
geçtiğimiz dönem,
devrimci değerlerin
ayaklar altına
alındığı, herşeyin
pazara/paraya
endeksli hale
geldiği,
getirildiği; sanatın
ve sanatçının
sistemin temel
dayanakları olarak
şekillendirilmeye
çalışıldığı, en
küçük bir devrimci
sanatsal muhalefetin
ve çıkışın baskı ve
zorla engellenmeye
çalışıldığı vs. vs.
bir dönemde doğru,
tutarlı tavır
takınmanın da mümkün
olduğunu, bunun
olabilmesi için
doğru bir dünya
görüşüne sahip olmak
gerektiğini; Yılmaz
Güney’in bu tür
tutarlı tavırlar
takınan, siyasi
düşüncencelerine
uygun davranan çok
önemli bir örnek
kişilik olduğunu
vurgulamak
önemlidir.
Elbette ki bununla
kendimizi
sınırlayamayız.
O’nun eserlerinin
kitleler içinde
yayılması çabasını
yürütmek, onu
savunmanın,
sahiplenmenin önemli
bir parçasıdır.
Kitleleri, onun
savunduğu doğru
dünya görüşü
temelinde mücadeleye
kazanmak görevi
bugün proleter
sanatın
savunucularının en
temel görevleri
arasındadır.
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi
Yılmaz Güney’i
savunmak demek aynı
zamanda O’nu sadece
sinemacı yanıyla
savunmaya
çalışanlardan,
siyasi kimliğini
gözlerden gizlemek
isteyenlerden, O’nun
isminden
yararlanmaya çalışan
asalaklardan, Yılmaz
Güney’e “ayı
dostluğu” yapmaya
çalışanların elinden
kurtarmayı da
gerektiriyor.
Bu görev de biz
proleter sanatın
savunucularının
omuzlarındadır.
••••
Ölümünün 24.
yıldönümünde Yılmaz
Güney, siyasal
görüşleriyle,
sinemasıyla, roman,
öykü ve şiirleriyle
aramızda,
mücadelede… O’nun
yarattığı eserler
gerçeklerin
bilinçlere kazınması
görevini bugün de
yerine getiriyor,
getirmeye devam
edecek!
Ölümünün 24.
yıldönümünde Yılmaz
Güney’i anarken, onu
siyasi görüşleriyle,
eserleriyle bütünlük
içinde sahipleniyor,
savunuyoruz.
O mücadelemizde…
O bizimle!